Dünya üzerindeki toplumlardan herhangi biri içinde bulunduğu mesele ve müşküllerini çözümleyeceğine inandığı, doğru olduğuna kani olduğu bir nizami diğer bir toplumdan almak istediği vakit, meselelerin hal çarelerini iyice tatbik edilebilmesi için o nizamın, dayandığı inanç ve akidesini de kabullenmesi gerekir. Zira bir toplumun hayat nizamı ve müşküllerinin hal çaresi, o toplumun inançları ile sıkı sıkya ilişkilidir. Demek ki inanç toplumların varlığı için hakiki bir teminattır.
Toplumun aklen mutmain bulunduğu, doğruluğuna karar verdiği ve gönülden iman ettiği bir inancı bulununca, o toplum bu inanç sistemi içinde bulunmayan ve akidesine aykırı olan hiçbir hayat tarzına rıza gösteremez. Bu, en basit Afrika kabilesinde böyle olduğu gibi, bir Hıristiyan, bir Yahudi toplumunda da böyledir. İslamı kabul etmiş mü’minlerin durumu da bundan farklı değildir. O halde Müslümanların, aynı zamanda hem İslam inancını korumak ve hem de toplumlarını refah ve saadete çıkarmak niyeti ile başka bir milletten yeni bir nizam almaları caiz olamaz. Zorla tatbik edilmek istenirse eşyanın tabiatına aykırı olduğu için ihtilaflar ve huzursuzluklar doğar.
Böyle bir durum şu sebeplerden dolayı aklen ve mantıken doğru değildir:
1- Bu nizam ve gösterdiği çözüm yollarının doğruluğunu kabul etmek bile Müslüman inancından doğmadığı için aranan terakkiyi ve istenen saadeti temin edemez. Fertler, inançlarından doğmayan bu yeni nizamın korunması ve iyi bir şekilde tatbik edilmesi hususunda bir gayret gösteremezler.
Neticede bütün hal çareleri için gerekli olan dürüst ve samimiyet de ortadan kalkar. Hal böyle olunca, yeni nizamın kötü bir şekilde tatbikinde, kanunların icrasında bile yolların sapılmasına ve alınan nizamın aranan gayelerinin yok olmasına sebep olur.
Birçok İslam ülkelerinde olduğu gibi, bu ülkelerde tatbik edilmekte olan nizamlar Müslümanların inançlarından mülhem değildir. Eğer böyle olsaydı, o nizamların güzel tatbik edildiğini ve güzel idareye kavuşulduğunu, aynı zamanda bu nizamın Müslümanlar tarafından titizlikle korunduğunu müşahede ederdik.
2- Getirilmeye çalışılan bu nizam ve gösterdikleri çözüm yolları ne zaman ve nereden gelirse gelsin, mutlaka İslam inancından süzülen Şeriat hükümleriyle ya tam veya kısmi bir aykırılık içinde olurlar. İki şahsiyetli bir insanın huzur içinde yaşaması nasıl mümkün olamazsa inançları ile çatışan bir günlük hayat içinde yaşamaya zorlanan bir Müslüman toplumda da sosyal patlamalar, iktisadi ve siyasi buhranlar meydana getirir.
Neticede üç yoldan birine karar vermek zorunda kalınır:
a- Ya, inanç hükümleri ile bağdaşmayan yeni nizamı tümü ile reddeder ve yeniden İslam nizamına döner.
b- Veyahut da inancı ile açık çelişmelerine rağmen yeni nizamı kabullenerek, İslamı tamamen terk etmeye karar vermiş olur. “Her kim İslam’dan başka bir din ararsa bu din elbette ondan kabul olmaz.” (Ali İmran,85)
c- Dayandıkları inanç temelleri bakımından birbiri ile çelişen iki nizamın bazı kısımlarının birbirine eklenerek yürütülmesinde de çelişkiler doğar. Netice olarak bu çelişme, alınan nizamın tatbikatında güçlüklerin doğmasına ve karışıklıkların çıkmasına sebep olması ile, bu çelişkiler arasını uyuşturma gücüne sahip olamayan millet fertlerinin yolunu şaşırmasına sebep olur.
Büyük savaşlardan yorgun düşmüş İslam toplumuna yüz yıl önce batı kökenli nizamı uygulamaya kalkışanlar bu sosyal gerçeği bilerek ikinci şıkkın gerçekleşmesini düşündüler, planladılar ve birçok yasalarla tatbikata geçtiler. Ancak birçok tahribata, birçok acılara rağmen hedeflerine ulaşamadılar. Bugün,toplum içinde İslam dimdik ayakta durmayı sürdürmektedir.
Bugünkü gerçekler, İslam inancı ile uygulanan nizamlar arasındaki aykırılığı ispat etmiştir. Ortaya çıkan iktisadi, içtimai ve siyasi buhranlar bu zıtlığın bir neticesinden başka bir şey değildir. Bugün artık bu buhranlara, bu acılara sebep olan bu devşirme yasalardan kurtarılmanın dönemine geldiğimizi düşünmeliyiz. Artık İslam Ümmetinin beklentisi olan Türkiye’nin İslam Ümmetinin merkezi olmaya hazırlanmalıdır.
İlk Yorumu Siz Yapın